içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

GAZ TENEKESİNDEN ÇARIK VE AKİBETİ

 

GAZ TENEKESİNDEN ÇARIK VE AKİBETİ

Nimri köyümüzden yine genç nesillerimizi hayretler içinde bırakaçak bir anı.

Anadolu insanımızın yaklaşık yarım asır öncesine kadar, fakirlik ve çaresilik karşısında inim inim inlerken, o boyun eğmez dik duruşundan asla taviz vermezdi. Bırakın kapısına alacaklı getirmeyi, ölüm kalım meselesi olmadıkça, asla kimseden borç istemezdi. Çünkü o yıllarda Anadolu insanı borç istemeyi bile ar sayardı. Şu zamanda değilki ütüsüz gömlekle sokağa çıkmak, modası geçmiş diye ya yenisini alırız, yada en kısa zamanda almayı düşünürüz. Oysa ki bundan 50, 60 yıl, belki de 40 yıl öncesinde yakası yırtık gömleğimiz varsa öpüp başımıza koyardık. Buna rağmen o dik duran Anadolu insanımız köyde yaşasada, illa ki bir kaç parça yıpranmamış veya sağında solunda yama dikilmemiş giysilerini ihtiyat olarak saklardı. Gün olur şehire yolu düşer, düğün olur bayram olur diye bir kenarda korurdu. Bir kaç parça derken öyle kat kat giyim değildi. Ya bir pantalon ya da bir gömlek, en fazla bir ceketten ibaretti. Palto gibi lükse giren giysiler her köylünün sandığında yoktu.

Köyümüz Nimri'de yaşça büyüklerimizin tanıdığı, orta yaşların sadece adını duyduğu güzel bir insandan bahsedeceğim. Namı değer SELİL DAYI, asıl ismi Ahmet DOLU. Nimri'de yaşça büyüklerimiz ismi geçtiği zaman Selil Ahmet derlerdi, ama yaşça küçük olanlar her zaman Selil Dayı derdi.

Selil Dayı Nimri köylümüz Şavgat gilden Musa Dayılarda çobanlık yaparmış. Tarih olarak sanırım 1930 yıllarında. O yıllar fakir köylünün sadece bir parça ekmek peşinde koştuğu yıllar. Bağ bahçe veya tarlası az olanlar, ya ırgatlık yada çobanlık gibi işler tutup geçimlerini sağlarmış. Selil Dayının da demekki ekip biçilecek yeri olmadığı veya az olduğundan çobanlık yapmış. Şavgat gilden Musa Dayılarda çobanlık yaparken, dağ taş dolaştığı için ayağına giydiği Çarık uzun zaman dayanmadığından yırtılıp gider. O zamanlar yöremizde Arapgir kundurası dedikleri sağlam ayakkabı vardı, ama onu almaya para gerek. Arapgir kundurası tamamen el işi olduğundan, sanırım parası da biraz cebe dokunur. Selil Dayı ne yapsın Çarık giymeye devam eder, ama o da kısa zamanda yırtılıp gider. Kısacası bir çift Çarık iki ay dayanıyorsa, Selil Dayı bir veya bir buçuk ay, ya yırtık Çarıkla ya da yalınayak davarın peşine gider. Üzerine bastığı taşların sivri uçları, çakır dikenleri ayağına battıkça, Selil Dayı buna çareler arar kendi kendine. Günlerin uzun zamanın da bol olduğu için, nasıl bir çare bulurumda ayağıma batan şu dikenlerden kurtulurum diye düşünür. Doluya doldurur taşar, boşa doldurur eksik kalır, günü güne satar durur, ama ertesi günün sabahında yine aynı dikenler, yine aynı sivri taşlar Selil Dayının ayağına batmaya devam eder.

Selil Dayı uzun zaman boyunca, düşüne düşüne kafasını yorduğu ayakkabı meselesine bir çare bulur. Çare dediğimiz öyle basit bir şeyde değil. Hiç kimsenin akıl edemediği, hiç bir kimsede örneği olmayan farklı bir proje. Hatta yeni bir icat desek tamı tamına doğru olur. Selil Dayı davarları köye getirip mevsimine göre koma veya ağıla koyduktan sonra, kendi evinden veya Şavgat gilden bir gaz tenekesi bulur. Genç kardeşlerimiz belki bilmez, o yıllar gaz tenekesi dediğimiz, günümüzün peynir tenekesi yani. Zaman olarak tam bilmiyoruz, ama Selil Dayı sanırım bir kaç günün boş anlarında bu icadı üzerine çalışır. Gaz tenekesini o günün imkanlarına göre keser biçer. Orasına burasına delikler deler, gaz tenekesinden ortaya, Çarık ve ayakkabı karışımı bir şey çıkar. Günlerce düşünüp emek harcadığı tenekeden imal ettiği Çarığı, ertesi günün sabahı ayağına giymek için adeta sabırsızlanır.

Zaman Nisan yağmurundan beslenen seller gibidir gün doğar sabah olur. Selil dayının beklediği an gelmiştir, en sonunda ayaklarını taşlardan dikenlerden koruyacak. Tenekeden yaptığı Çarıklarını giyer, deldiği bağcık yerlerinden Kırtlavıl geçirip bağlar ( Kırtlavıl? - keçi kılından yapılan çuval ağzı dikme ipi). Selil dayı adını kendi koyduğu ''Demir çarıklarıyla'', o gün akşama kadar dolaşır. Ayakları pek rahat etmez, ama alışırım diye biraz sabır gösterir. Aradan günler geçtikçe Selil Dayının ayakları iyice rahatsız olur. Adam ne yapsın kendine düşman saydığı ucu sivri taşlara, çakır dikenlerine dikkat ettiği sürece basmazdı. Ama bu ''demir Çarıklar'' öyle değil. Adım atarken ayağını her kaldırışta bir acı duyuyor, ayağını yere her bastığında başka bir acı duyuyor. Selil Dayı her nekadar sabır etse de, sebat ettiği sabırlar yüzünden yürüyemez hale gelir. Başa dönüp ayağına yeniden deri Çarık giyse de, teneke Çarık yüzünden ayağının biri çok hasar gördüğünden, davarın peşine adeta kel topal bir vaziyette gider.

Hal böyle olunca davarlarını otardığı Musa Dayıya derki, ayağım yara oldu şehire gidip Doktora gösteriyim belki bir ilaç falan verir. Musa Dayıda davarları çobansız kalmasın diye, derki sen hele davarların peşine git ben bugün yarın şehire gidecem, doktora gider senin derdini sorar bir dermanını bulurum. Selil Dayı ne yapsın emir büyük yerden tamam olur der. Musa Dayı şehire gidermi kitmezmi orası biraz karanlık. Akşam olur Selil Dayı davarları getirdiğinde, Musa Dayı yanına gider ve şunları söyler. Ben bugün Doktora gidip sordum. Doktor dediki sakın ha sakın, süt peynir yoğurt yağ kaymak falan yemesin, her gün çökelik ve ekmek yemeye devam etsin en kısa zamanda geçer. Selil Dayı zaten gaz tenekesinden yaptığı Çarığı çıkarıp atmış, eskisi gibi deriden yapılan Çarık giymiş ayağına. Durum böyle olunca zaten, ayağına ızdırap çektiren teneke Çarığın yanında, üzerine bastığı taşların en sivrileri ve çakır dikenleri daha insaflı kalır.

Selil Ahmet Dayı ve Musa Dayıya, ayrıca gelmiş geçmiş tüm büyüklerimize Allah rahmet eylesin, mekanları nur olsun.

Bu konuyu bana anlatan Kemal Deniz'e çok teşekkür ederim...

Selahattin YALÇINER.

 

Bu yazı 745 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum