içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

LAKAPLAR TARİH OLDU

LAKAPLAR TARİH OLDU

 

Bir varmış bir yokmuş masalı geldi aklıma, bu yazının ilk satırlarına başlarken. Hey gidi günler hey. Daha düne kadar yiğit lakabıyla anılır derdik. Ama şimdi ne o yiğitler, nede lakabıyla günümüze kadar gelen insanlar kaldı. Çünkü lakabıyla andığımız insanlarımızın çoğunu, hemen hemen Hakka uğurladık. Önce soyadı kanunu çıktı, herkes gidip kendi ailesine birer soyadı aldı. Gün geçti soyadı da kafi gelmedi, herkese birer kimlik numarası verildi. İstenilen amaca ulaşıldı mı? hayır, çünkü bankalar daha başka çareler peşinde. Ne güzel söylemiş şu deyişi yazan ozanımız ilk mısrasında. '''Ali çoktur Şah-ı Merdan bulunmaz'''

Konu '''Lakap''' üzerine olduğu için, biraz derinleştirip genç kuşaklarımıza dilimiz döndüğü kadar anlatalım derim. Eskiden insanlar devam eden soy kimliğini, dünyaya gelen evlatlarına, anne babasının isimlerini koyarlarmış. Mesela kendi ismi Hasan, bir oğlu dünyaya gelmiş, ismini Niyazi koyacaksa eğer, Hasan oğlu Niyazi olarak devletin nüfus defterine kayıt edilirmiş. Veya kızı olmuşsa ismini Fatma koyacaksa eğer, Hasan kızı Fatma olarak kayıt edilirmiş. Hasan isminde olan vatandaşımızın ailesinin lakabına, '''Çoban Süleyman Gil''' deniyorsa eğer, Nüfus defterine Çoban Süleyman Oğullarından, Hasan oğlu Niyazi veya hasan kızı Fatma olarak kayıt edilirmiş.

Geçmişe merakım yüzünden buna benzer konulardan yola çıkarak, geçmiş yıllarla şu anda ki yıllar arasında bilgi kopukluğu yaşıyoruz. Soyadı kanun çıkmış gayet güzel ve yerinde bir düzenleme olmuş. Buna asla bir itirazımda olamaz zaten. Fakat Osmanlı zamanından kalan eski Türkçe yerine latin harfler getirilince, okuma zorluğu yaşamaya başlamışız. Okuma zorluğu dışında Nüfus idarelerinden Eski Türkçe bilgileri de alamıyoruz. Bize tek adres Ankara Mernis gösteriliyor. Ailemizin Osmanlı zamanında ki soyuna ulaşmak için Mernis'e baş vurulduğunda ise, şu sayılı kanunlara göre böyle bir cevap veremiyoruz deniyor. Ve şunu da ekliyorlar, o yıllarda savaş ve yangınlar sebebiyle eski kayıtlar telef olmuştur deniyor. Osmanlı zamanında ilk nüfus sayımı, 1831 II Mahmut döneminde yapılmış Bu sayımda Askeri ve vergi düzenlemesi içinmiş zaten. Sadece erkeklerin ismi var, kadının adı bile geçmiyor. 1530 yılında yapılan sayımda ise, sadece hane sayısı var. Aslında 1530 yılında yapılan sayım, 1831 yılında yapılandan daha doğru gibime geliyor, 300 yıl önceden yapılsa bile. Çünkü hane sayısı yazılırken, evlenip de ailesiyle oturan '''Mücerret''' denen küçük aileyi ayrıca sayı olarak belirtilmiş. Mesela bir köyün hane sayısı 30 denirken, 8 de Mücerret denmiş. Osmanlı tarih araştırmacıları, büyük aileyi belirten Haneyi 5 le çarpıyor, küçük aile denen Mücerret'i 3 le çarpıyor. Örnek Hane. 30x5=150. Küçük aile Mücerret. 8x3=24. 150+24=174. Sonuç o köyde ortalama 174 kişi yaşıyormuş. Nimri köyümüzün 1831 kayıtlarına Osmanlı arşivlerinde ulaştım. Misal 115 hane var 180 kişi kayıtlı, sadece erkek. Kendi fikrim şu. Kadınlarımızın daha uzun yaşadığına dikkat çekerek, 1831 yılında Nimri köyümüzde en az 500 kişi yaşadığına inanıyorum. Kısa örneklerle kendi edindiğim bilgileri verdikten sonra, lakaplar üzerinde biraz daha durmak istiyorum.

Asırlar boyu gerek köylerde gerek ilçelerde aileler daha kalabalık yaşıyorlardı. Çünkü evlenen çocuklar anne babasıyla birlikte aynı haneyi paylaşıyordu. Hatta 2, 3 oğlu evlense dahi başka bir ev yapmayı hiç düşünmezlerdi. Boy boy turunlar dünyaya geldikçe, hanelerin içi çocuk sesleriyle çınlardı. Yemekler bir tencerede pişer, nüfusun kalabalık durumuna göre bir veya iki sofra kurulur, her sofrada kaşıklar bir kaba giderdi. Kaşıklar bazen bir biriyle çarpışsa da, o hal başka bir haldi. Yeter ki o hane içinde yüzler güleç olsun, huzur olsun, gerisi hiç sorun olmazdı. Durum böyle olunca bağ bahçe tarla da bir olunca, işler daha çabuk biterdi, ve bir işe keyifle başlanır keyifle sonlanırdı.

Ne yazık ki o mutlu tabloyu, gerek siyasetçilerin eliyle, gerek kendi elimizle, son 60, 70 yıldan beri yok etmeye çalışarak, en sonunda yok ettik. Eskiden büyüklerimizin deyimiyle, bir Köroğlu bir Ayvaz olarak baş başa yaşıyoruz şimdi. Eşlerden biri ölünce çocukları ilgi alaka gösterirse eğer sorun yok. Ama tek başına yaşamak zorunda kalanlar için, pek hoş bir durum değil. Akşam olup güneş batınca kapılar kapanır ne gelen olur nede giden. Ertesi günün de farkı olmaz, belki dünden de kötü, belki dünden daha yalnız. Şimdi aileden bir genç evlendiğinde, ister zengin olsun ister fakir, hemen ayrı bir ev açma telaşına düşülüyor. Sonuç gelecekte yalnız kalmaya ve yalnız yaşamaya aday gençlerimiz için, dört dönüp çareler arıyoruz.

Konuyu toparlayacak olursak eğer, lakaplar gerek örf ve adetlerimizi, gerek aile bütünlüğümüzü koruyordu. Maalesef dağıldıkça dağıldık, her birimiz başka bir dağın ardında kaldık. Zengin olsak ta biçareyiz, fakir olsak ta biçareyiz, çünkü her birimiz köklerinden koparılmış birer viraneyiz.

Selahattin YALÇINER

 

 

Bu yazı 687 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum